ikinci ligden üçüncü lige düşüyoruz

Abidik gubudik meselelerle uğraşmaktan dev bir devrimi kaçırıyoruz. Bu uyuşukluğun bedeli çok ama çok ağır olacak.

Dünya ekonomik tarihi üçüncü geçiş evresini yaşıyor. Tarım devrimi çoktan bitti. Sanayi devrimi ise sonlara geldi. Ülkeler arası ekonomik farklılıklar iyice açıldı. Şimdi ise sıra dijital devrimde.

Dijital devrim öncesi dünya dört lige ayrılmıştı:

  1. Sanayi devriminin liderleri (Gelişmiş ülkeler)

  2. Sanayi devrimini geriden takip edenler (Gelişmekte olan ülkeler)

  3. Tarım devriminde takılıp kalanlar (Üçüncü dünya ülkeleri)

  4. İlkel diye nitelendirilen tarım öncesi toplumlar

Türkiye, Atatürk’ün devrimsel politikaları sayesinde 3. ligden 2. lige çıkmayı başardı, fakat 1. lige hiç bir zaman çıkamadı ve Batı’ya bir türlü yetişemedi.

Dijital devrimle birlikte yeni bir lig doğuyor ve bu sefer dünya beşe ayrılıyor:

  1. Dijital devrimin liderleri (Amerika, Çin)

  2. Dijital devrimi geriden takip edenler (Avrupa)

  3. Sanayi devriminde takılıp kalanlar (Türkiye)

  4. Tarım devriminde takılıp kalanlar

  5. İlkel diye nitelendirilen tarım öncesi toplumlar

Rekor sürelerde inanılmaz zenginlikler yaratılıyor. Çeşitli dikeyler hızlıca domine ediliyor. Devasa bir yer kapmaca oyunu oynanıyor ve biz maalesef sahnede bile değiliz.

TikTok adlı Çinli bir sosyal medya şirketi 2-3 sene içerisinde 100 milyar dolar değerlemeyi geçerken, bizim borsamızdaki bütün şirketlerin toplam (öz sermaye) değeri 150 milyar dolar bile etmiyor. TikTok sadece bir örnek tabi. Onun gibi milyar dolar üstü (unicorn) değerlemeye sahip yüzlerce yeni teknoloji girişimi var.

Bizden henüz sadece bir tane unicorn çıkabildi, o da bir kaç hafta önce Amerikan oyun şirketi Zynga’ya 1.8 milyar dolara satılan Peak Games. Fakat bugün hala Koç Holding gibi aile şirketleri konuşuluyor, örnek gösteriliyor.

Not: Karşılaştırılan değer öz sermaye değeridir.

Not: Karşılaştırılan değer öz sermaye değeridir.

Aradaki farka bakar mısınız? Resim net. Her yeni devrim bir öncekinden

  • çok daha kısa sürede,

  • çok daha az insanla,

  • çok daha fazla değer

yaratıyor. Böylece, sadece dünyada değil, ülkelerin kendi içlerinde de eşitsizlik artıyor. (Dijital devrim, sanayi devrimi gibi bir çok sosyal travmayla birlikte geliyor.)

Atatürk gibi büyük düşünüp reformist bir düşünce yapısına geçmemiz gerekiyor. Yoksa dijital devrimi de kaçıracağız ve 2. ligden 3. lige düşeceğiz. Ve bu düşüşün bedeli, yazının başında dediğim gibi, çok ağır olacak. Nasıl Çin sanayi devrimini kaçırdığı için ezildiyse, biz de farklı formlarda ezileceğiz.

China used to be a world economic power. However, it missed its chance in the wake of the Industrial Revolution and the consequent dramatic changes, and thus was left behind and suffered humiliation under foreign invasion. Things got worse especially after the Opium war, when the nation was plagued by poverty and weakness, allowing others to trample upon and manipulate us. We must not let this tragic history repeat itself.

Xi Jinping - Governance of China (Page 189)

Peki ne yapmalıyız?

Öncelikle, artık geçerliliğini yitirmiş metriklere bakmamalıyız:

  • Gayri Safi Milli Hasıla. Bu metrik sadece bugünkü nakit akışlarını algılayabiliyor. Oysa teknoloji şirketlerinin değeri gelecekteki nakit akışlarıyla belirleniyor. TikTok gibi bir şirketin sıfırdan 100 milyar dolar değere erişmesi GSMH’de çok minimal bir etki yaratıyor.

  • Dünya Sıralamaları. Sıralamaların artık bir önemi kalmadı. Teknoloji üssel hızda ilerlediği için ekonomik dağılımlara etkisi doğrusal olmuyor. Ardışık ülkeler arasındaki makas hızla açılıyor ve yukarıdakilere yetişmek gittikçe zorlaşıyor. (Artık güçlülerin güçsüzlere karşı savaş açmasına gerek kalmadı. Güçlüler o kadar yüksek hızda ilerliyorlar ki, diğerlerini saçma meselelerle oyalamaları yetiyor.)

Sosyal ve finansal sermayemizi doğru yönetmeliyiz:

  • Sosyal Sermaye. Dijital devrime katılabilmemiz için kaliteli gençlere ihtiyacımız var. Parayı basıp teknoloji satın alabiliyorsunuz, ama parayı basıp teknoloji üretemiyorsunuz. Teknolojiyi ancak çok kaliteli insanlarla üretebiliyorsunuz. Bizim gençler ne durumda diye bakarsak, tablo hiç iç açıcı değil. 25-34 yaş aralığındaki gençlerimizin yarısına yakını lise mezunu bile değil. Eğitim sistemimizin genel kalitesi de yerlerde sürünüyor. PISA skorlarımız hala OECD ortalamasının altında seyrediyor.

    Teknoloji çok hızlı evrilen, ucu açık bir sektör. Dolayısıyla öğrenmekten keyif alan, sürekli kendini geliştirebilen, hayal kurabilen, ufku geniş, yaratıcı insanlar gerektiriyor. Bizimki gibi, ezbere dayalı, basma kalıp öğrenci yetiştiren, sanayi devrimi için optimize edilmiş eski eğitim sistemleri yetersiz kalıyor.

  • Finansal Sermaye. Türkiye’de eski teknoloji zenginlerinden oluşan bir sermaye sınıfı yok. Sermayenin büyük çoğunluğu sanayi devrimi içinde faaliyet gösteren, klasikleşmiş işlerle uğraşan aile şirketlerinin elinde. Doğal olarak onlar da anlamadıkları işlere yatırım yapmak istemiyorlar. Sürekli ekonomik krizlerle boğuşmak zorunda kaldıkları için de, risk algıları zaman içerisinde (gene doğal olarak) aşırı muhafazakarlaşmış durumda. Tabi bu mentaliteyle teknoloji yatırımı yapamıyorsunuz. Başarısızlığa tahammül edebilmeniz, deneme yanılmalardan korkmamanız gerekiyor.

    Kısa vadede en mantıklı çözüm devletin mevcut teknoloji yatırımcılarına sahip çıkması, yatırım kararlarını bu kişilere bırakıp onların da ellerini taşın altına koymasını bekleyerek finansman sağlaması.

Her iki konuda da dışarı sızıntıları mümkün mertebe azaltmalıyız:

  • Sosyal Sermaye. Türkiye’de iyi liseler, üniversiteler yok mu? Var tabii ki, ama yetiştirdiğimiz en iyi beyinleri maalesef devamlı yurtdışına kaybediyoruz, özellikle de kodcularımızı. Hatta dijital dünyada yurtdışına çalışmanız için artık yurtdışına taşınmanıza gerek yok. Gençler tatil beldelerine taşınıp, keyifli hayatlar sürüp, bir yandan da oturdukları yerden Amerika’ya, Avrupa’ya çalışıp dolar üzerinden maaşlar alıyorlar. Kurlar da çok kötü olduğu için yurtiçindeki şirketler bu maaşlarla rekabet edemiyorlar.

    Ülkemizin genel anlamda cazibesini yitirdiği de bir gerçek. İfade özgürlüğü ve adalet konularındaki sıkıntılar, bitmek bilmeyen politik gerginlikler ve ekonomik çalkantılar en vatansever çocukları bile hayattan bezdirdi. (Anketlere göre gençlerimizin yarısı yurtdışına kapak atmak istiyor.) Bunlar hemencecik düzelecek meseleler değil tabii ki, ama beyin göçünü durduramazsak havanda su dövmekten ileri gidemeyiz. Zehir gibi çocuklarımız var. Bir sürü emek verip, masraf yapıp onları tespit ediyor ve eğitiyoruz, sonra da başka ülkelere kaptırıyoruz. Bir yandan Batı’ya yetişmeye çalışıyoruz, bir yandan da Batı’ya bedava kaliteli insan kaynağı sağlıyoruz. Çılgınlık gerçekten…

    Bu arada Orta Doğu’da hala biraz karizmamız var. En azından savaştan kaçan çocuklar için iyi bir destinasyon sayılırız. Bu bölgelerden iyi yetenekleri kapmalı, onları ülkemizde tutmak için elimizden geleni yapmalıyız.

  • Finansal Sermaye. Sadece genç yetenekleri değil, teknolojide başarı sağlayan girişimcilerimizi de sürekli yurtdışına kaybediyoruz. Bir kısmı, burada işlerini biraz büyüttükten sonra daha büyük finansal sermayelere erişebilmek için gidiyor. Bir kısmı da şirketlerini satıp (“exit edip”) köşeyi döndükten sonra daha kaliteli yaşam koşulları için gidiyor. Oysa ekosistemimizin gelişebilmesi için bu başarılı kişilerin hem deneyimsel anlamda, hem de finansal anlamda yeni girişimcilere destek olması gerekiyor. Silikon Vadisi’ni Silikon Vadisi yapan faktör bu geribesleme döngüsüdür.

    Tabi ülkemizi yurtdışındaki yabancı yatırımcılar için de cazibeli hale getirmemiz şart. Esas deneyim ve sermaye onlarda. Bizi çok hızlandırabilirler, fakat şu an ülkemize dokunmak dahi istemiyorlar.

Bir yandan dünya dijitalleşiyor, dijitalleştikçe soyutlaşıyor ve elle dokunulabilen (toprak gibi) faktörlerin önemi azalıyor. Bir yandan da bizim gibi ülkeler hala vatanı toprakla özdeşleştiriyor, beton ekonomisinden medet umuyor, yer altından çıkacak süprizleri bekliyor. (Bor? Petrol?) Turizm sevdamızı bile doğal kaynakların pazarlaması olarak yorumlayabilirsiniz.

İnanması güç ama, üzerinde bulunduğumuz toprakların boş değeri hala bu topraklar üzerinde gerçekleşen ekonomik aktivitenin toplam değerinden kat ve kat daha fazla. Bugün dünya politikasında birazcık sözümüz geçiyorsa, o da gene coğrafyamızdan, fiziki konumumuzun bize sağladığı stratejik önemden kaynaklanıyor. Özetle hala Atatürk’ün ekmeğini yiyoruz, bize bıraktığı mirası sağmaya devam ediyoruz.

Aslında biz hala Atatürk’ün yaşadığı dönemlerde, yani 20. yüzyılın başlarında yaşıyoruz. Siz bakmayın takvimin 2020 yılını gösterdiğine. Toplumların esasta hangi tarihte yaşadığı takvimin ne gösterdiğinden değil, insanların ne ürettiğinden belli olur. Elinde iPhone ile gezen bir çok vatandaşımız aslında zihnen hala 20. yüzyıl, hatta 19. yüzyılda dolanıyor.

Üçüncü lige düşmek istemiyorsak artık insana yatırım yapmamız, insana değer vermemiz, onu yüceltmemiz gerekiyor.

Bu sonuca ekonomik paradigma değişiklikleriyle varıyor olmamız da üzücü gerçekten. Yunus Emre gibilerinin yeşerdiği bu topraklarda hala insana gereken değerin verilmiyor olması şaşkınlık verici. Kültürel anlamda özümüze dönsek zaten her şey yoluna girecek herhalde, ne dersiniz?